23 Mayıs 2020 Cumartesi

Sosyal Eşitlik Paradoksu

“Sosyal Eşitlik Kavramı Ve Günümüz Eğitiminin Bu Konudaki Açıkları Üzerine”


Eğer 2000’li yıllar öncesinde bir ilköğretim okulunun “okuma bayramı” etkinliğinde ya da anaokulu sene sonu gösterilerinde bulunduysanız, mutlaka bu yazıya ilham veren minik temsili görmüşsünüzdür; Nazlı İle Kirazlı.
Daha sonraki yıllarda bu temsil, piyes ya da skeç; adına ne derseniz, ekonomik farklılıklar üzerinden yaptığı tanımlamalar ile ekonomik açıdan güçlü olanın ‘üstün’ olduğu mesajını verdiği gerekçesiyle, yani eşitsizliği körüklediği ve ayrımcılığa teşvik ettiği gerekçesiyle kaldırıldı. Artık göremezsiniz yani. Çünkü mevcut sistem çocuklarının eşit olduklarını düşünmesini ister. Öyle olmadıkları aşikar olsa bile.

ROLLS-ROYCE

Bu anlayışın benzer bir versiyonu da örgün eğitimin ilk ve orta dereceli okullarda dayattığı tek tip kıyafet zorunluluğudur. Eğitim hayatı kesinlikle lise ile bitmediği halde, tuhaf bir şekilde tam da yetişkinliğe adım atacağınız dönemlerde artık eşit olduğunuza dair hiçbir propaganda kalmaz. Daha öncesinde siz bir prefabrik kulübede yaşıyor olabilirsiniz ve yan sıranızdaki arkadaşınızı okula özel şoförü Rolls-Royce ile bırakıyor olabilir ve (eğer bu malum arkadaşın ailesi çocuğunu çok pahalı ve süper özel bir okula göndermediyse tabi) siz sadece üniformasından dolayı bu kişi ile tamamen eşit olduğunuz izlenimine kapılabilirsiniz. Tabi ki bu asla böyle olmaz, çünkü bu illüzyonu yaşayabilmeniz için bir kıyafetten fazlası gerekiyor. Ancak fikrin güzelliği de burada, çünkü kimse buna gerçekten inanmanızı istemiyor. Asıl istenen, gereken durumlarda egemen gücün bu eşitliği “sağlayabileceğini” görmeniz ki bu da her şeyden önce eşitsizliğin farkında olmanızı gerektiriyor.

ÜSTÜN İNSAN

Pekala, tekrar Nazlı İle Kirazlı’ya dönersek… Oyun kendi ‘üstün insan’ kavramını Kapitalist sistemlerin “harika tüketicisi” olarak tanımlıyor elbette. Buna göre Nazlı, çok zengin ve beyaz yakalı olan kocasının ekonomik gücü ile tatillere giden, çalışmayan, üretmeyen, lüks tüketime bayılan ve hatta kendi yaşam alanının temizliği için Kirazlı’yı ücretle çalıştıran bir Kapitalizm sembolüdür. Ancak Kirazlı’nın üstünlük kabulü sadece bir tüketim ekonomisi çerçevesinde değildir. Kirazlı için Nazlı aynı zamanda refah içinde yaşayan kesimdir ve refah aslında zenginlik kavramı altına gizlenmekle beraber bu oyunun ideolojik zeminini oluşturur. Sonuçta, Nazlı tek göz odada, pislik içinde yaşamakla beraber banka hesabında milyonlara sahip olabilirdi ve bu yine de bize çok üstün gelmezdi değil mi? Refah önemli bir kavramdır. Bu yüzden Sosyalist ülkeler bile belirli bir yaşam kalitesini hedef alırlar ve bu kalite bir insanı belirli süre üretimde ve hatta hayatta tutacak standartların oldukça üzerindedir. Söz konusu minimum standartlar için “gulag” kavramı üzerine kısa bir araştırma yapmanız yeterli olacaktır.

BÜYÜK PATRON

Peki, niçin Sosyalist ülkeler tüm ülkeyi gulag standartlarında yaşatmazlar? Çünkü devletin ve aslında devletin bir düzenleyici rolü üstlendiği toplumun bireye olan görevi ve sorumluluğu refahtır. Kirazlı’nın hayat standartlarına bir göz atmamızda fayda var. Kirazlı’nın ‘kocası’ -ki, Nazlı oyun boyunca aynı toplumsal role sahip partnerini ‘eşi’ olarak nitelemeye özen gösterir- eşinden az çalışmakta ve muhtemelen eşine şiddet uygulamaktadır. Aslında Kirazlı’nın kocası, kendisinden daha güçsüz olan Kirazlı’nın emeğini sömürmekte ve Kirazlı’nın refahını düşürmektedir. Dolayısıyla biz Kirazlı’yı kocasının diktatörlüğü ve Kapitalist yaklaşımı sebebiyle eleştiririz. Kirazlı’nın hayatında burjuvazi ya da “Büyük Patron” kocası ve kocasına bu gücü veren kendi altkültürüdür. Bu çerçeveden bakıldığında Nazlı ise Keynesyen bir sosyal demokraside yaşıyor denebilir.
Pekala, bu piyesteki asıl rahatsız edicilik nedir? Piyesin (evet artık bu oyundan piyes olarak bahsetmeye karar verdim) sonunda gayet çocuksu bir acımasızlıkla, politik doğruluktan uzak verilen karar cümlesidir;

          “Evet Nazlı, galiba sen benden üstünsün.”

Bu, durumu özetleyen bir cümledir. Nazlı, sahip olduğu ‘zenginlik’ ile değil, mikro-toplum olarak kabul edilebilecek kendi ailesinde gördüğü değer ve sahip olduğu refah ve yaşam kalitesi ile, buna sahip olamayan proleter ve ezilen Kirazlı’dan üstündür. Peki, herkesin Nazlı standardında yaşam sürmesini isteyen bazı sosyalist fikirler çerçevesinden bakıldığında bu piyes bir devrim manifestosu sayılmaz mı? Muhtemelen ülkemizdeki “yeterince hümanist gözüken her şey soldur bence” anlayışıyla bakıldığında böyle düşünmek güç olacaktır. Ancak evet, sosyo-ekonomik durumuna baş kaldırmayan, bunu değiştirmek için kendi elindeki gücü kullanmayan Kirazlı, bunu muhtemelen sosyal ilişkileri ve evlilik içindeki taktik başarısı ile sağlayan Nazlı’dan daha aşağıda bir konumda yer almaktadır. Bir diğer deyişle, Türkiye’deki sol akımların teoriye ve pratiğe olan yabancılıkları ve “tatlı su solculuğu” eğilimleri, gayet devrimci bir piyesin, bu alt metni alma konusunda en başarılı olacak kesim olan çocukların eğitim hayatlarından çekilmesine sebep olmuş; devrimciler yine kendi topuklarına sıkmışlardır. Politik doğru ve çok hümanist toplum algınız ile yetişen ve hiçbir şeyin farkında olmayan çocuklarınızın üniversite ve yetişkinlik hayatlarında da devrimci pratiği ve teoriyi anlayamaması sanırım hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
Ne de olsa, 17 yaşını doldurana kadar kendini herkes ile ‘eşit olabilir’ hisseden bir çocuğun, yetişkinlik döneminde bu yapay eşitliğin ortadan kalması ile karşı karşıya kalacağı gerçek dünya için suçlayacak birini ya da birilerini bulması ve eşitsizliği birinin suçu ya da eşit olmayı birinin sorumluluğu olarak görüp, gereken sorumluluğu böyle bir sorumluluk olmadığı halde almak konusunda hiç tereddüt etmemesi kaçınılmazdır. Böyle bir sosyal kriz ile yetişen bir birey gerçeklerle bir anda karşılaştığında tüm mantıksal yaklaşımları reddedecektir. Gelecekte, düşünebilen bir nesil istiyorsanız, gerçeklerle daha erken tanışmasına izin verin. “Evet, bizce de Nazlı, Kirazlıdan üstündür.” demekten çekinmeyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder