30 Mart 2020 Pazartesi

TOPLUM KURBANI "SANAT"

Hazır gıda usulü, sanat felsefesinin ve estetik değer yargılarının beynimize değişmez gerçekler olarak sunulmaya çalışıldığı temel eğitim yıllarından kalma bir tartışma var ki, beni hep sinir etmektedir....

 "Sanat, sanat için midir? Yoksa…" burada çok zekice bir şey söyleyecekmiş gibi sesine kreşendo veren bir hoca hayal edin, tahminen 42 yaşında, tahminen erkek, tahminen kel, "Sanat toplum için midir?"

 İşte ben tam da bu soruya hep kıl oldum çünkü ikisi de yaşadığımız dünyanın gerçeklerine uymuyordu.... Özellikle de bugün...
Yani sanatçılar en nihayetinde hislerini bir düşünsellik-dışı, somut ortama aktarmakla uğraşıyorlarsa elbette onu birilerine ulaştırmayı da düşünüyor olmalılardı.... 

En nihayetinde, bir kişi kafasında da bir besteyi tamamlayabilir ya da bir resmi düşünebilir, ellerini heykel yapıyormuş gibi oynatabilir...
Yani, kendi iç dünyasına net ve elle tutulur analizler yapmaktan kaçınabilmek için, her türlü deliliği deneyebilir... Ama bunları yapanları, akıl hastanesinde tuttuklarımızı yani, bir kenara bırakırsak, milyonlarca insan sanatı bir uygulama alanı olarak görüp, fikrin doğasına uygun şekilde uygulamaktadır... Bu, sanatı sadece sanat yapmış olmak için yapılan şuursuz işlevler bütünü olmaktan alıkoyar.
 Peki sanat neden toplum için değildir?
 Hemen hemen tüm sanat eserleri, en azından görebildiklerimiz (ki onlardan çok var, sanatçının kendisinden ziyade toplumun bilincine sunulmuş haldeyken sanat niçin toplum için değildir?) 
Çünkü tüm bu fikir, yani toplum için sanat kavramı, topluma "Al hocam dün bunu çizdim ne dersin?" demekten öte, toplumu biçimlendirmeye ve bir üst algıya ya da bir alt algıya yönlendirmeye yöneliktir.... 
Oysa toplum, sanatçısının fikirlerini hep uygulanabilirlik dışı bulacaktır.... Sanatçı her zaman, her dönemde, fantezi adamıdır yani. Serbest çağrışım; Bondage Art....
Yani, Sanat SANATÇI içindir.... 
Çünkü sanatçı denilen organizmanın içinde bulunduğu dünyayı anlamlandırabilmesi ve bu sayede biraz olsun akli dengesi yerinde gözükmesi için sanat faaliyeti şarttır.... Elbette, Şirinler boyutunda komünal bir dünyada yaşamadığımızdan dolayı, sanatçı ürettikleri sayesinde biraz para kazanıp temel ihtiyaçlarını gidermek isteyecektir fakat 10 adımda 11 adım kitapları yazan sanatçılar olmayışının sebebi çok nettir.... 

Asıl mesele, sanat faaliyetini gerçekleştirerek, anlamı olmayan bu dünyaya anlam verme ihtiyacını tatmin etmektir....
Toplumu oluşturan bireylerin geri kalanı ile aynı düşsel-bilişsel dünyaya adapte olamayışı, onu farklı arayışlara itecektir elbette.... 

Sanatçılar ve uyuşturucu kullanımı arasında doğrudan ilişki olmasının bir nedeni de kuşkusuz budur.... 
Sanatçı üretir ve bunu konuşmayı beceremeyen birinin size hislerini şekiller, jestler ve mimikler ile anlatmaya çalışması gibi sunar....

Bu sunumun amacı her zaman beğeni toplamak değildir... Elbette, beğeni güzeldir, beğeni hoştur insanlara böyle ufak güzellikler yapın ama, sanatçının asıl gerekçesi size fikirlerini anlatabilmektir....
 Gördüklerini, hissettiklerini, içinde beynini karıncalandıran, kalbini 2 kat hızlı attıran o mükemmel hissi aktarmak ister.... 
Genellikle de beceremez....
Sanat gibi, sanatçının bireysel dünyasının bir zorunluluğu olan üretim biçimlerinin toplumsal yansıması ve bu toplumsal yapıda sanatçının yeri ise, kabullenmek istemediğimiz gerçeklikleri içinde barındırır.... 
Yani, sanat ve doğal olarak sanatçı, toplumun kurbanıdır.. 

Sanatçı, bizim kurmaya korktuğumuz hayalleri kurup, anlatmaya cesaret edemeyeceğimiz fikirleri anlatan kişidir.... 
Ve biz, "sanatçı )" adı verilen varlığı bu sebeple severiz.... 
O asi çocuktur....

" Heyyy! Kralın nüdist eğilimleri var ve muhtemelen eşcinsel!” diye bağıran küçük velettir.... 
Hayranlık uyandırıcı, alışılmışın dışında, biraz ekstrem ve hatta sığ olması beklenendir aynı zamanda.... Kimse aşırı bilgili, akademisyen kimlikli sanatçılardan hoşlanmaz.... Sanatçılar bile... Entelektüellik bir davranış biçimidir, bilginin kendisi değil... İşte burada sanatçının ilk bedeli başlar.

 Sanatçı sığ olmalıdır.... Ama sanatçı “kültürsüz” ya da “anlayışsız” da olamaz.... Umursamaz olması henüz sorun olmadı ancak sanatçı topluma ve toplumun beğenilerine gereğinden fazla endekslenmiş halde ise, elbette bir inek gibi, bir köle gibi, kendisine imkan sağlayan kadroya karşı bazı vazifeler taşıyacaktır.... 
Ve zaten bu noktaya gelindiğinde, sanatçı, bir faşizm algısı yaratmanın dışına çıkıp bir nevi kendi sanatsal kimliğini pazarladığı ticaret benzeri hallere girecektir....
 Yani, medya maymunlarını es geçebiliriz....
 Gerçek sanatçılara dönersek, toplumun onlardan beklediği tek acı bedel bu değildir.... Toplum sanatçısının daima felaketler içinde yaşamasını ister.... Uyuşturucu kullanıp krizlere girmesini, ayık gezemeyecek kadar alkolik olmasını, yalnız ölmesini, cinsel yolla bulaşan hastalık kapmasını, mutsuz olmasını, fakir olmasını, sokaklara düşmesini ister.....

Niye? Toplum niçin sanatçıya duyduğu tüm hayranlığa rağmen ve bu hayranlığa doğru orantılı bir nefret içindedir? Çünkü sanatçı her şeyden önce sistem karşıtıdır.... 
Sistemin ne olduğunun bu konuda bir önemi yok.... Her sistem, varoluşu için bu sistemi yaşanabilir gören bir çoğunluğa ve böyle düşünmeyen bir azınlığa ihtiyaç duyar.... İran’da vegan ve lezbiyen bir aktivist olmak, Sovyet Rusya’da liberal olmak, günümüz Rusya’sında liberal olmak ya da Türkiye’de Motor Takımı çocuğu olmak temelde aynı şey sayılabilir.... Çünkü, bir grup insan içinde bulunduğu sistemi rahat ve güzel ve ümit vaat eder bulduysa, karşı çıkabileceği çok az şey vardır..... 

O yüzden sistem içinde yaşayanlar zanaatkar iken, sistemden çıkanlar genelde sanatçıdırlar..... AKP döneminde heykel sanatına verilen destek ile tezhip sanatı için açılan kurs sayısı arasında bir bağlantı kurabiliyorsanız, dediğimi anlıyorsunuz demektir....

Doğal olarak, sistemin tüm aykırı bireyleri gibi sanatçılar da o sistemin en sevdiği kişiler arasındadır.... Çünkü sistem kendi sağlamasını sisteme aykırı olan bireyler üzerinden yapar ve sanatçılar diğer pek çok “asi” gruba göre hep daha bir göz önündedir....
Bu sebeple sanatçı ne kadar dibe batar, toplumun hoş görmediği hayat biçimi ve kalitesine ne kadar yaklaşırsa robusto purosunu, ucunu ısırmadan içmesi gerektiğini bilmekten bile aciz bir şekilde, emen bir kodaman gülümsüyor olacaktır..... Arkası deri ile kaplı lambrili masasından koca götünü kaldırmaya tenezzül bile etmeden, tanesi 2000 Dolar olan dolma kalemini sallayarak, “Bunlar!” diyecektir,  “Bunlar bizim gibi yaşamayı reddettiler ve bakın, şimdi ne haldeler!!!! Siz bizim gibi yaşadınız ve bakın, onlar kadar zeki, çekici ya da etkileyici değilsiniz, o kadar havalı konuşmuyor, o kadar tanınmıyor ya da beğenilmiyorsunuz ama yine de hayatınız onlardan iyi, çünkü siz bizim gibisiniz!” diye ekledikten sonra huzur içerisinde hangi siyasal iktidar tepedeyse, o grubun istediği hayat tarzına uygunmuş gibi davranıp, işini görmeye devam edecektir..... 

Doğal olarak, sanatçı, toplumu oluşturan ve o toplumda mevcut olan sisteme uyumlu hayatlar yaşayan bireylerin isteseler bile ifade edemeyecekleri fikirleri ifade eden, yapılamaz diye kabul edileni yapan ve bunun sonucunda sefaletler ve felaketler ile boğuşan kişi olmak zorundadır.....
Onu toplumun acısı yapan şey budur.... Çok daha acı olarak, söz konusu başka bir sanatçı ise, bizim bu hipotetik sanatçımızın kendisi de toplumun bir bireyi rolünü üstlenecek ve karşısındaki için, ufak bazı değişiklikler olsa bile benzer şeyler hissedecektir....
 Özellikle bu başka sanatçı, bizim hipotetik ve hergele sanatçımızın hayranlık duyduğu biri ise…
O yüzden bu Mayakovski özentisi sosyal realist tiplerin yüzüne soğuk bir su çarpması ve Nazım Hikmet’in ölüsünün dirisinden, sürülmüş halinin makbul halinden binlerce kat daha değer gördüğü gerçeğini fark etmesi gerekmektedir....
 "Ben toplum için varım!" diye kendini yüceltenlerin benzer cümleler kuran Jenna Jameson olduğunda sanatçı tribine girmemesi de gerekmektedir bana sorarsanız.... İçimden bir ses bana sormayacağınızı söylüyor, olsun. Yine, bana sorarsanız (hiç umudum yok) sanatın sadece sanat gibi çok kutsal bir varlığa yeni kurbanlar vermek için yapıldığını iddia eden herkesin teorik bir Ouroboros halinde yaşadığını keşfetmesi de gerekmektedir....
Sanat, yücelmesi için daha fazla kendisini oluşturan parçaya ihtiyaç duyuyorsa, onun yüceliği doğrudan üreticisine bağlıdır..... Sanatçının buradaki konumu sanatın yüceliğini tanımlamak değil, ona bu yüceliği sağlamak olacaktır.... O halde, sanat, sadece sanat içinse, mühendislik projesinden ileri gitmeyen, basit bir inşa süreci halini alıyor demektir..... Çok kafa bulandırdım, biliyorum.....
 Demem o ki, sanatın hangi ucu size değmiş ve gereğinden fazla ileri gitmişse, oradan devam ederek yaşayın şu hayatı..... En nihayetinde hepimiz adına toplum dediğimiz bu giderek büyüyen ve büyüdükçe soyutlaşıp, parçalanmış yapının bir kölesiyiz..... Cihaz sorunlu yani, cihazın çalıştığı sistem değil.... Ve siz, üretim bandına atladıktan sonra, sapasağlam çıkmayı beklememelisiniz. (Sonu da çok toplumcu gerçekçi bağladım, fabrika, üretim, makine falan… Acaba sosyalistlerden artı puan gelir mi? )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder